Page 61 - marasal fevzi cakmak ilkokulu
P. 61
GEÇMİŞE YOLCULUK
Güzel bir bahar günüydü, güneş ışıl ışıldı. Ağaçlar çiçeklenmiş, her yer kuş
sesleriyle şenlenmişti. Her zaman olduğu gibi arkadaşlarımla oyun oynamak için
haberleştik ve bir araya geldik. Erdem, Görkem, Aykan, İlayda, Simge ve ben
ebelemece oynarken sokağın öbür ucundan cızırtılı seslerin geldiğini duyduk ve
bakmaya gittik. Hepimizin gözleri kocaman olmuş ve ağzımız açık kalmıştı. Bu bir
zaman makinesiydi. Bir an bize yaklaşan ayak seslerini duyunca arkadaşlarıma
“Birileri geliyor.” diye fısıldadım. İçinde bulunduğumuz şaşkınlık ve panik anından
dolayı Görkem’in eli yanlışlıkla düğmeye çarptı ve makine çalışmaya başladı. Bir
anda hiç bilmediğimiz bir yere ışınlanmıştık. Erdem bana “Neredeyiz Emir?” diye
sordu ve ben de “Galiba dinozorlar çağındayız. Çünkü tozu dumana katıp bize hızla
yaklaşan bir dinozor görüyorum!” diye bağırdım. Korku ve heyecanla kaçmaya
başladık. Nereye gittiğimizi bilmeden yol boyunca ilerledik bir de ne görelim
önümüzde kocaman kayalar vardı. Kaçacak yerimiz olmadığı için hiç vakit
kaybetmeden kayalara tırmanmaya başladık. Tam kurtulduk diye düşünürken dinozor
olmayan kertenkelelerin peşimizden geldiğini fark ettik. Sürekli arkasına bakarak
ilerleyen Aykan o kadar korkmuştu ki hızını alamayıp bize çarptı ve yuvarlanmaya
başladık. O kadar hızlı yuvarlanıyorduk ki elimize gelen her şeye tutunmaya
çalışıyorduk. Sonunda bir dala tutunmayı başardığımızı sanmıştık ki dal bizi
taşıyamadığı için kırıldı ve kendimizi Argentinosaurus’un üstünde bulduk. Yemeğini
yemekle meşgul olan kocaman ot obur dinozoru rahatsız etmemeye çalışarak
kuyruğundan kayarak hızla yere indik. Rahat bir nefes alacağımızı düşünmüştük ki
önümüzdeki koskocaman çölü görünce yine mi der gibi hepimiz oflayarak birbirimize
baktık. Sıkışıp kalmıştık burayı geçmekten başka çaremiz yoktu. Hızlı adımlarla
yürürken bir Utahraptor sürüsü ile karşılaştık. Çölü çabuk geçebilmek için bu hız
canavarlarının sırtına atladık. O kadar hızlı gidiyorduk ki kollarımızı rüzgâra doğru
açmış rüzgârın bizi okşamasına izin veriyorduk. Ama bu güzel yolculuğumuz uzun
sürmedi. Birdenbire başlayan kum fırtınası bizi uçurmaya başladı. Yolculuğumuz
altüst eden bu toz bulutunun içinde kalmıştık. Gözlerimiz minicik kumlardan o kadar
acıyordu ki birbirimizi görmekte zorlanıyorduk. Nihayet fırtına bitti ve o an kendimizi
bir arazide bulduk. İlayda “Herkes iyi mi?” diye bağırdı. Hep beraber “Evet!” dedik. O
sırada Simge’nin dikkatini bir şey çekmiş olmalı ki bizden uzaklaşmış. Çünkü o an
Simge’nin “Bu Stegosaurus iyi değil galiba.” dediğini duyduk. Oraya koştuk ve
elimizden geldiği kadar onu iyileştirmeye çalıştık. Nihayet kendisini daha iyi
hissettiğinde ayağa kalkarak bize doğru başını eğdi. Sanki bize teşekkür ediyordu.
Sanki yaptığımız iyiliğe karşılık sırtını bize döndü ve binmemizi ister gibi eğilerek bize
bakıp bekledi. Biz de tabii ki bu kocaman çölde bir dakika daha kalmayı
istemediğimiz için hiç düşünmeden gülümseyerek bindik. O bizi ormana götürdü ve
biz de ona teşekkür ettik. Sonra gözden kayboldu. Ağaçların yosun tutan yerlerinden
yaralanarak kuzey yönünde ilerlemeye başladık. Yolda yürürken Tyrannosaurus rex
sesleri duyduk ve önümüze çıkan ilk mağaraya korka korka girdik. İçerisi karanlık ve
ürkütücüydü. Ama burada saklanmaktan başka çaremiz yoktu. Sesler kesildiğinde
kendimizi hızla dışarı attık. Tam o anda benim önüme bir harita düştü. Kurtuluşumuz
olduğunu ümit ederek haritayı alıp hemen bakmaya başladım. Bu harita tam da
36